Merhaba plaza ve ofis çalışanı,
Yazının başlığından anlaşılacağı gibi hayatımızda pratiğini deneyimlemediğimiz bir dönemden geçmekteyiz. Üzerimizdeki zaten yüksek olan baskının günden güne arttığı, pandemi riskinin yükseldiği günleri yaşıyoruz.
İş hayatımıza başladığımız günden itibaren istikrarlı olarak tırpanlanan ücretlerimiz ve sosyal haklarımıza ilave olarak sosyal olarak birbirimizden de uzaklaşıyoruz. Ne kadar stresli olursak olalım, birbirimizle hemhal ederek, iki lafın belini kırarak yüklerimizi paylaşıyorduk. Artık bu da eskisi kadar kolay olmuyor.
Ekonomik olarak ise yükselen işsizlik rakamları başımızın üzerinde leşimizi bekleyen akbaba gibi dönerken, iktidar gerçek anlamıyla işten çıkarmaları yasaklamıyor. İşsizlik fonu patronlara kullandırılarak, patronların çalıştırmadığı işçilere 1177 TL sefalet ücreti yine işçinin cebinden ödeniyor. İşsizlik fonu günden güne erirken yükselen geçim sıkıntısına karşı siyasal iktidarın halka sunduğu tek şey krediler oluyor.
Ülkemizin yüksek dış borcu döndürülebilmekten çok uzak. Elimizde kalan üç kuruş kaynak da dövizin suni olarak baskılanması ve küllüm zarar yap işlet devret projeleri ile çarçur ediliyor. Oluşan dev bütçe açığı ise biz çalışanlara yansıtılmaya çalışılıyor. Zaten maaşımızın ciddi bir kısmını peşin olarak devlete verdiğimiz dönemde, icat edilen türlü türlü vergilerle bizden tahsil ediliyor.
Akdeniz’de yükselen savaş riski, kur krizi sebebi ile yarımal tedarikinin zorlaşması ve bunun sonucu olarak zaten dünyada azalan talebin de etkisiyle ihracatın düşmesi gibi her biri akademik makale boyutundaki sorunlara ilave olarak yaşayacağımız muhtemel Büyük Marmara Depremi de önümüzde dikiliyor.
Arkadaşlar adını koyalım, bizler krizin değil küresel bir buhranın içerisindeyiz ve insanlık bu durumu ilk kez yaşamıyor. Patron sınıfının sadece off shore hesaplarındaki sermaye birikimi, pandemiyi onlarca kere küresel olarak yenmemize yeter.
Bizler de işte bu enkazın ortasında, şanslıysak işimizi koruyarak yaşamımıza devam etmeye çalışıyoruz. Maskemiz suratımızda gelen maillere cevap verip, müşterilerimizin teklif dosyalarımıza geri bile dönmediği ürünleri satmaya çalışarak, ekonominin daraldığını birinci elden görerek direniyoruz. Artık iskeleti kalmış sosyal haklarımızın sonuncusu olan Kıdem Tazminatımızı korumaya çalışırken kuyruğu dik tutmaya çalışıyoruz.
İşte bu noktada plaza ve ofis çalışanları olarak bizler, işçi sınıfının bir parçası olduğumuzun bilincinde olmalıyız. Bize öğretildiğinin aksine rakibmiz ya masamızdaki çalışma arkadaşımız değil. Dünyanın bu karanlık döneminden yalnız başımıza çıkmamız ise imkansız. Patronların nişangahında olan işini korumak için işyerlerimizde örgütlenmenin imkanlarını kollamalıyız.
Unutmayalım ki bu buhranlı günlerden ilk defa bizler geçmedik. Bugün sadece hayaleti kalan sosyal haklarımızın kazanılması, 20. yüzyılın başlarındaki aynı koşullardaki buhranlı günlerdeki kan ihtiras ve gözyaşı ile kazanıldı. Bizler de tarihin bu döneminde yaşayan çalışanlar olarak üzerimize düşeni yapmalı ve derhal mücadelelerimizi birleştirmeliyiz.